23 Temmuz 2014 Çarşamba

Aşk, Lüks ve Kapitalizm

Aşk, Lüks ve Kapitalizm


Werner Sombart, ekonominin tarihsel bir süreç olduğunu ve ekonomi yasalarının da tarihsel olup evrensel olamayacağını (Sombart Kuramı) ileri sürdü. Sombart, en ünlü eseri Modern Kapitalizm’in ikinci basımı için yaptığı iktisadi tarih araştırmalarının sonucu olarak önce 1911’de “Yahudiler ve İktisadi Yaşam” adlı kitabı yazdı. Kitapta modern kapitalizmin gelişim sürecinde ortaya çıkan bir sorun olarak nitelediği “Yahudilerin Tanrısı Yehova”yı tüm açılımlarıyla incelediğini savunuyordu. Aynı bağlamda araştırdığı diğer sorunları ise “Savaş” ve “Lüks ve Kapitalizm” başlıkları altında bir araya getirmeye karar vermişti. “Aşk, Lüks ve Kapitalizm” adlı yapıt, bu projenin ikinci ürünüdür. “Savaş”ı ise yazmadı. 


Sombart, “Ortaçağ’ın sonuna doğru devlet yapısı ile orduda gözlenen değişimlerin belirleyici unsuru ve dolayısıyla da nedeni, günümüz anlamında daha büyük prenslik saraylarının ortaya çıkmasıdır,” diyor. Sarayın kadınsız düşünülemeyeceğine dikkat çeken Sombart, kadınların saray yaşantısına damgalarını vurduklarını belirtir. Saray yaşantısının saray erkeklerini efemine hale getirdiği söylentilerinin yer aldığı tarihsel bilgilerle XIV, XV, XVI. yüzyıllarda Avrupa’da sarayın ilk ortaya çıktığı kent Avignon’dan farklı Avrupa kentlerine kadar önemli bilgiler kitabının bu bölümünde yer alıyor.


Aşkın dünyevileşmesi

Sombart, aşk ve aşk ilişkilerine dair görüşlerin geçirdiği tarihi değişimleri Ortaçağ’dan Rokoko dönemine kadar olan zaman kesiti içinde tartışıyor. Erkek ve kadınların düşünce ve görüşlerinden faydalanarak, aynı zamanda da aşk üzerine görüşlerin sergilendiği şiir ve sanat yapıtlarına da başvurarak yapıyor bunu.
Tarihteki değişimi saray ve soylular çevresiyle bunlara öykünen kesimin yarattığını aktarıyor.
Ortaçağ’da Avrupa’da aşk, tutku, tüm konularda olduğu gibi tanrının hizmetiyle ilgili bir memuriyet olarak algılanıyordu. Tanrı tarafından kutsanmış yani kurumsallaşmış ilişkiler (evlilikler) dışında meşru bir aşktan söz edilemezdi. Gerçi 1090 yılında Provence’da Troubadourlar’ın (söz şairi, aşık) şarkılarında ilk kez özgür aştan söz edilmişti ama asıl başlangıç XIV. yüzyıl İtalyan sanat ve edebiyatı döneminde (Trecente) olmuştur. Boccacio’nun “Decameron Öyküleri” bu dönemin ürünüdür. XV. yüzyılda dinsel söylemden faydalanan yeni resim sanatçıları önceleri çıplak Adem ve Havva resimleri yapmaya başladılar.



Kurtizan

Ortaçağ’ın sona ermesinden sonra, saraylardaki gayrimeşru doğumlardan utanmak yerine gurur duymak anlayışı yerleşmeye başlamıştır. Fahişelik oranı Avrupa’da gittikçe artmıştır. Ancak XV. yüzyıldan itiberin Femme Honnete (Namuslu Kadın) ile Putaine (Orospu) arasında yeni bir kadın tabakası oluşmuştur: Curtizan’lar. Bu kadınlar, saray cemaatine alınır, kralın metresi olarak tanımlanırlardı. “Kurtizan”, bir ünvandı. Soyluların metresleriydiler.
Sombart, bu gelişmeyle birlikte Avrupa’da bir “metres ekonomisi”nin başladığını iddia ediyor. Özgür aşk, saraydan diğer kitlelere de yayılmaya başlamıştır. Bu kadınların özel eğitim aldıklarını ve birlikte oldukları soylunun zengin olanakları sayesinde büyük bir güce sahip olduklarını anlatıyor. Sombart, öldüğünde kutsal manastıra gömülen ya da ilk oğlunun vaftizini bizzat Papa maiyetinde kardinallere yaptıran kurtizanları açıklıyor. XVI. ve XVII. yüzyıllarda ressam kurtizanları, tiyatro yıldızları, XVIII. yüzyılın çapkınlık hikâyelerinin temellerini atmıştır. Evli kadınlar da kurtizanlardan etkilenerek bakımlarına önem vermeye başlamışlar, hatta Sombart’a göre tarihte ilk olarak yıkanmak zorunda kalmışlardır: “XVII. ve XVIII. yüzyıllarda kadının gücünü sonuna kadar uyguladığı ‘salon’, muhtemelen, kurtizanlarda rastladığımız biçimiyle ilham dolu insanların toplanıp bir araya gelmelerinin bir devamıdır.” (s.84)


Lüksün Gelişmesi

“Temel ihtiyacı aşacak biçimde yapılan her türlü fazladan harcama lükstür,” diyor Werner Sombart (s.98.) Temel ihtiyacın ne olduğu ve neye göre belirleneceği konusunu ise muğlak bırakıyor. Nicel ve nitel lüks kavramlarını geliştiriyor. Nicel lüksü, malların ziyan edilmesi olarak tanımlıyor. Nitel lüks ile ise “incelmiş mal”ı,yani bir malın üzerinde haddinden fazla işçilik, emek olmasını kast ediyor. Nitel lüks için iki ayrım daha yapıyor: Çünkü neredeyse kullandığımız tüm mallar göreceli olarak inceltilmiştir. Lüks mal olarak ince-talebin karşılığında üretilmiş malları kast ettiğini söylüyor. İnce talep konusunda da bir başka sınıflama yapıyor: Burada da “Tanrı’ya altınla bezenmiş bir sunak vakfetmek” ile “Bir ipek gömlek almak” arasındaki farka dikkat çekiyor. Sombart’a göre sunak, idealist ya da özgeci bir lüks, ipek gömlek satın alış ise maddeci hatta bencil bir lükstür. Sombart, nicel lüks (gerek olmadığı halde 5 yerine 25 uşak beslemek, vb.) ile kişisel lüksün bu bölümde konu edileceğini belirtiyor.
Uyarıcı incelmiş mallara karşı istek duymakla zevk düşkünlüğü, erotizm ve sonuçta aşk ilişkileri arasında bir anoloji kuran Sombart, lüks harcamaların “soyut biçimde alabildiğine mal yığılması” olduğunu söylüyor.
Lüksün yükselişinden güç alan başka saiklerin de “hırs, şöhret düşkünlüğü, fiyakacılık, erk itkisi; tek kelimeyle başkalarından önde olma güdüsüyle” ilgili olduğu iddiasını kabul eder. 
Günümüzde de (kitap 1912 yılında yazıldı) lüksün kendisini büyük kentlerden özgür aşktan ve kitleler arası kendini kabul ettirme yarışından beslendiğini hatırlatıyor. Bu gerçeği, tarihten alıntıladığı açıklamalarla da kanıtlamaya çalışıyor. Sombart’a göre bu bölümün ikinci bir amacı daha var: “Büyük bir lüks gelişiminin önceki bölümlerde resmettiğim toplum kurucu etmenlerle nasıl bir ilişki içinde olduğu, çağımızda dış yaşamın biçimlenmesinde özellikle kadının (bu kitabın temel düşüncesi de bu ya) öncelikle haksız yere sevilen kadının, hatta diyebiliriz ki; dişinin ne ölçüde pay sahibi olduğu araştırılmalıdır.” (s.93)
Lüks harcamalarda ilk sırayı yapı lüksü alıyor. Sombart, bu yeni sarayların inşa edilmesinde kralların saray kadınlarına ve özellikle kurtizanlara saray yaptırma düşüncesinin etkili olduğunu belirtiyor.
XIV. Ludwig’in hayatında sevgililerinin etkin olduğu, 1672-1680 arasında inşa edilen Clagny Sarayı’nın Ludwig’in bir gözdesinin “kaprisi” olduğu, 1721-64 arasında yaşamış olan XV. Louis’nin metresi Pompadour Markizi Jeanne Antoinette Poisson’un harcamalar üzerindeki etkisi Sombart’ın verdiği örnekler arasında yer alıyor: “Pompadour Markizi’nin yaptığı harcamaların tutarı, hiçbir kraliçenin erişemediği büyüklükteydi,” diyor Sombart.

Kavalye ve Kalantorların Dönemi

Lüks salgını saraydan saray çevresine de yayıldı. Lüks talebi nicel olarak inanılmaz hızla artmıştır. Soylu sınıfı ile burjuvazi arasındaki etkileşime bağlıyor bu durumu Sombart. Ve şu çözümlemeyi yapıyor: “Kısa sürede zenginliğe ulaşan halk tabakasının, bu zenginliği ağırlıklı olarak lüks giderlerine harcaması, bizim kültür çevrelerinde hep tanık olduğumuz bir olgudur. Bu olgunun temelinde yatan nedenleri saptamak o kadar güç olmasa gerek. Bir yanda yaşamdan, zevke hikap eden nesnelerden oluşan zengin eşyalardan fışkırdıkları, haliyle maddi sevinçler dışında manevi sevinçler elde etmeyi beceremeyen doğal ve yontulmamış insanın acizliği; öte yanda ise kendilerinden seçkinlikle ayrılan çevrenin yanında saygıdeğer bir mevki edinmek için duyulan yakıcı arzu –sonradan zenginleşmiş bakkalcı ya da araba uşaklarının lüksün kucağına atılmalarının nedeni budur (tabii eğer bir başka sefere kendilerini orada da göreceğimiz karşı yöne sapıp ‘cimri’ olmazlarsa). Bütün lüksü var eden o iki itici güç: Hırs ve zevk düşkünlüğü, kalantorluk lüksünü geliştirmek için burada ortaklık kurmuştur.
İşte bu yüzden tarih, zenginliğe giden yolu en az bu yolun aşamaları kadar çok olan lüks gelişiminin aşamalarıyla tanımlar: Burjuva türedilerin ilk kez ortaya çıkmasından itibaren...” (s.114)

Zamanı Daraltma Eğilimi

Bir yandan lüks kültürü süreklileşirken diğer yandan bireyin arzu ettiği ürüne hemen ulaşmak istediği, yeni bir anlayış ortaya çıkıyor. Ortaçağ’da inşa edilen büyük yapıların kuşaklar boyu inşa edildiğini hatırlatan Sombart, ortak hazzın ölçütünün bireyin yaşam süresiyle kısıtlandığını söylüyor: “Kadın bekleyemez. Kadına aşık olan erkek ise hiç bekleyemez. Yaşam kesitinde ne büyük bir değişim(di bu).” (s.133).
Sombart, bu noktadan itibaren özel yaşamda ve kültürel yaşamda lüksün yerine ilişkin iki ana madde etrafında topladığı verileri sunuyor. Bu iki madde, evdeki lüks ve kentteki lükstür. 

“Aşk, Lüks ve Kapitalizm”in Metodolojisi

Werner Sombart’ın kitabı, ilk bakışta ve kaba bir tanımlamayla bir “İktisat Tarihi” araştırması olarak ele alınabilir. Kitabın yazıldığı 1912 tarihi için ve genel olarak iktisat tarihi araştırmaları için alışılmışın çok dışında bir yaklaşım geliştirdiğinden dolayı, kitabın kısaca bir “tarih” kitabı ya da bir “sosyal psikoloji” incelemesi olduğunu söylemek de mümkün.
Sombart, kapitalizm kavramının değişik ülkelerde farklı anlamlara tekabül ettiğini iddia eder. Ona göre, kapitalizm (bugün için) sürekli genişleyen bir kapitalist sistemdir. Özellikle de bu süreklilik dikkat çekicidir. Sombart, kapitalizmin kendini bir ekonomi sistemi olarak kurabilmesini üç nedene bağlar: Ekonomi felsefesi, siyasal düzen ve teknolojik değişiklikler.
Sombart, ayrıca kapitalizmin mülkiyet duygusuna “kapitalist ruh” adını verir.7
Bir ekonomi kuramcısı olarak Sombart, kendinden ya da çağdaşlarından farklı bir kapitalizm tanımı yaparak, farklı bir kuramcı olduğunu da ortaya koyuyor. Aslında yeni bir iktisat kuramı geliştirme çabası içindedir, denebilir. Özellikle “kapitalist ruh”a yaptığı vurgu açısından kendisinin toplumsal mühendislik ve devletçi müdahale ile sistemi düzeltme yaklaşımı öne çıkan Keynesçi kuramı etkilediği iddia edilmektedir.

İhtiyaçlar ve Tüketim Kuramı Üzerine

Werner Sombart’ın temel çıkış noktalarından biri, “İncelmiş mallara yönelik aşırı talep-tekil talep” olarak tanımladığı, lükstür.
Jean Baudrillard, “Ne türlü gereksinimlerle donatılmış ve doğa tarafından bu gereksinimleri karşılamaya itilen bireysel bir varlığın insanbilimsel boyutundan kuşkulanılır ne de tükecitinin özgür, bilinçli ve istediğini biliyormuş gibi kabul edilmesinden kuşkulanılır...”19 diyerek, tüketim kuramlarının eksikliklerine değinmektedir. Baudrillard, toplumun değerler dizgesinin üretim biçimleriyle olan bağıntısına dikkat çeker: “Ekonomi, birey için üretimi en yüksek noktasına çıkarmak amacında değildir. Ekonomi, toplumun değerler dizgeziyle bağlantılı üretimi en yüksek noktasına çıkarmak amacındadır. Toplumdan topluma ayrım ve toplumun içinde benzerlikler, ekonomicilerin ‘ussal seçimini’ uygun seçime dönüştürür. Öyleyse bu bir seçim değildir,” demektedir.
Baudrillard, tüketimin dil gibi bir dizge olduğunu savunur. Aynı dizge içinde, yalnızca üretim çarkını değil, tüketim istemini de denetlemek, yalnızca fiyatları değil bu fiyatlara istenecek şeyi de denetlemek, tüketim dizgesi içinde yaşamsal önem taşır.
Baudrillard, gereksinimin hiçbir zaman nesnenin gereksinimi olmadığını, bir farklılığın, toplumsal düşünme “isteği”nin yansıması olduğunu savunur.
Kapitalizmin ilk ortaya çıktığı dönemde burjuvalar, zenginler kendi öz varlıklarını Tanrı’nın en büyük övgüsü altında geliştirilecek bir işletme gibi algılardı. Bugünün tüketici insanı da, zevk almak zorundaymış gibi algılar. Aşk, övülen/öven, baştan çıkaran/baştan çıkarılan, katılan, keyifli hareketli ve mutluk olmak zorundaymış gibi.
Baudrillard, ussallık mantığının XIX. yüzyılda üretim alanında, XX. yüzyılda ise tüketim alanında ortaya çıktığını anlatıyor. Bu anlamda, bir devrimden söz etmenin de anlamı olmadığını savunuyor.
Baudrillard, tüketimi bir dizge olarak ele aldığı andan itibaren, ekonomik çözümlemeden yapısal çözümlemeye geçiyor ve genellikle insanların yaşadığımız toplumda siyasal bir korunma talep ettiklerini hatırlatıyor.
Buna karşılık yine de üzerinde durulması gereken bir karşıtlığa dikkat çekiyor: “Tüketim araçlarının ekonomik sorumluluğunun ve  benzerlerinin iyelik sorunları. “Tüketiciler evrensel bir varlık olmamakla birlikte, siyasal ve toplumsal bir varlık, bir güçtür.”
Baudrillard’a göre tüketicilerin tarihte ortaya çıkardıkları, bu açıdan tek anlamlı eylem 1968 Mayıs’ında ev kadınlarının New York’ta göğüs bağlarını yok ettikleri “Nobra Day” eylemidir. Sömürü tüketiciler için, tıpkı yüzyıl başında işçilere yönelik olduğu gibi sürmektedir.
İhtiyaçlar üzerine düşünmek ya da tüketim üzerine düşünmek, bilimler arası çelişkilerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Veblen, bireysel ihtiyaçların toplumsal gerçekliğin dışında tanımlanamayacağını savunur. Tarihin ilk çağlarından bu yana asıl işler-süfli işler ayrımı vardır. Gösteriş için tüketim, aynı zamanda bireyin toplumdaki yerini gösteren bir araçtır.20
En yoksul kesimlerin bile bu tip harcamalara giriştiği gözlenmektedir. Türkiye’de de ev içinde salonun dıştan gelen misafirlere karşı bir statü sembolü olması, insanların (özellikle 1980’li yılların sonuna kadar) en az kullandıkları salona en çok para yatırmaları, bu görüşü desteklemektedir.21
Aileler, toplumsal konumlarının gereği olarak ya da belli bir statünün karşılığı olan eşya oranını yakalamak için fedakarlıklarda bulunmaktadır.
Tüketim, toplumun yapısına özgüdür. Akılcı birey ilkesi, salt nesnelerle insan arasındaki bire bir ilişkinin konusu değildir. Örneğin Malinezya’da kıtlık dönemlerinde bile kutsal olan patates yenmediği için çok sayıda insan ölmüştür.22

Bilimlerin Çatışması

Ancak Werner Sombart’ın araştırmacıların görevi olmadığını iddia ettiği kalkınma programı hazırlama işlevi, iktisatçıların ana problemlerinden biridir. Veblen’in israf kuramı, Sombart’ın lüks kuramı, “insan ihtiyaçlarını tespit etmede kullanılabilir, tüketici davranışını açıklar ama iktisadi politika belirlemek aşamasında yetersiz kalır.23
Bu, kendi duruşunu tanımlayan bilimin paradigmasıdır. İktisadi yaklaşım içinden, kapitalizmi tümüyle eleştiren ya da ondaki verilerden hareketle kuram oluşturan düşünceler olmuştur.
K. Polany (1957) kapitalizmi, toplumdaki bireyin güç dengelerini ortadan kaldıran bir anormallik olarak görüyordu.
Oysa Karl Marx, özgürlük yokluğuna dikkat çekmekle birlikte, kapitalizmin “ihtiyaçlarında zengin insan”ı ortaya çıkarttığını da teslim ediyordu. Marx’ın eleştirisi, bu insanın kendini gerçekleştirmesinin sınırlandırılmasıydı. Çünkü kapitalist toplumun amacı, gelişen ihtiyaçların karşılanması değil, artık değer üretimidir. Karl Marx, bu çözümlemeyle üretimin ilerici yapısını köstekleyen sermaye kullanma eğilimini karşısına almakta, ancak üretimi desteklemektedir.
Agnes Heller, Marx’ın ihtiyaçlara yaklaşımına dayanarak radikal ihtiyaçlar kavramını ortaya attı. Radikal ihtiyaçlar, ancak sınıfsız topluma geçildiğinde karşılanacak ihtiyaçlardı. Üretimin örgütlenişiyle çelişen işçi talepleri gibi. Bu ihtiyaçların ortaya çıkmasının ise toplumun yabancılaşmasıyla birlikte beliren ikinci bir bilinç halinin, yani yabancılaşma bilincinin itici gücüyle ortaya çıktığını savundu.
Bu kuram, sanayi toplumlarında olduğu gibi gelişmekte olan ülkelerdeki çeşitli kesimler, öğrenci grupları, çeşitli marjinal gruplar ya da işçi olmayan sivil toplum kesimlerinin radikal-marjinal taleplerinden faydalanabileceğini gösteriyor.24
Öznelerin iktisadın içine alınması çabaları olarak da değerlendirebiliriz tüm bu çabaları.

Özneli  İktisat

Baudrillard’ın tüketim dizgesi, bize insanın “iş gücü” tanımı altında metalaştırılmasına karşı durulabilecek mücadele noktalarını göstermektedir.
Werner Sombart’ın ekonomik yorumlardan uzak kalmaya çalışırken “gerçekten uzaklaşmamaya çalıştığını” söylemesi de aynı şeydir.
Toplumdaki hiyerarşik yapılanmanın kapitalist sistemi güçlendiren özellikleri, bu noktada kapitalizmle koşut fakat ayrı bir süreç olarak ele alınabilir. Sömürü, ezilme deneyimi gibi iktidar ilişkilerinin özneli gerçekliğine varırız.
İnsanların ihtiyaçlarının farkında olmaları da çözüm için yetersiz kalmaktadır. Baudrillard’ın tüketicilerin tek karşı çıkışı olarak tanımladığı Amerika’daki eylemin kadınlar tarafından ve aslında kendilerini özgürce gerçekleştirme talebiyle yaptıkları bir eylem olması, bu konuda daha da dikkat çekicidir.


Feminizm Açısından Yorumlar

Feminist yaklaşım, özellikle kadın tarihi araştırmalarında, geçmişe ait bilgilerin taraflı olduğu, bu bilginin kadın gözüyle bakıldığında değişeceğini savunmaktadır. Tarih içinde öznelerden biri de kadındır. Kadının bir bilen olarak kabul edilmesi durumunda, tarihin alanı genişler ve tarihle ilgili bilinebileceklerin farklılaştığı, verilerin kadını görünür kıldığı gözlemlenir. Feminist yaklaşım, cinsiyetsiz tanımları da değiştirir. Örneğin, sınıf, üretim sürecinde benzer rolleri oynayan kişilerin oluşturduğu grup ya da üretim araçlarına sahip olma veya olmama hali olarak tanımlanır. Bu tanım, cinsiyetsizdir. Kadınlar genellikle üretim araçlarıyla erkekler aracılığıyla dolaylı bir ilişki kurarlar. Ekonomik özgürlüğüne kavuşmuş olan kadının içinde yer aldığı sınıf da onun üretim araçları karşısındaki durumunu tanımlamaz. Gerda Lerner, aynı biçimde ırk tanımının da genişletilip yeniden tanımlanması gerektiğini savunmaktadır.30
Son yılların kadın tarihi araştırmaları genel olarak şu sorular çevresinde şekillenmiştir:
Cinsiyet asimetrisi nasıldır?
Gerçekten evrensel midir?
Alanların ve davranışların cinsiyete bağlı farklılığı, her zaman erkeklerin baskın, kadınların bağımlı olduğu bir iktidar hiyerarşisini getirmek zorunda mıdır?
Araştırmacıların algılaması, içinden çıkıp geldikleri kendi toplumlarının cinsiyetlerarası ilişkilerine ne oranda bağlıdır?
Kadın bir soyut kategori olmadığı için, dönemler ve kültürler arasında kadın kimliği farklı biçimlerde oluşmaktadır. Dolayısıyla kadın araştırmalarının kuramsal açmazları da bulunmaktadır. Çünkü kavramlar toplum yapısının şifrelerini çözmekte yetersiz kalmaktadır.31
“1884’te Avusturya’da gerçekleştirilen Beşinci Kadın Tarihçiler Konferansı’nın ardından yayımlanan ve feminist tarih araştırmalarıyla yöntem sorunlarının tartışıldığı bir broşürde, tarihi süreçlere bakarken kadın araştırmacıların sormaları gereken sorular şu şekilde tespit ediliyor:
•    Kadınların bu süreçte ne kadar rolü vardır?
•    Kadınlar hangi yasalarla, ekonomik sistemlerle, dinsel inanç ve pratiklerle, hangi politikalarla özel önem atfedilen kamusal alandan uzaklaştırılmıştır?
•    Kadını, ikinci sınıf vatandaş konumuna büründüren kültürel etmenler nelerdir?
•    Bu süreçte kadınlar açısından neler değişmiştir?
•    Her şey olup biterken kadınlar ne yapıyorlardı ve kadınların bu edimleri, süreci ne yönde etkilemiştir?
•    Yaşam açısından, aynı dönemi paylaşan erkekler ve kadınlar arasındaki farklılıklar nelerdi?
•    Bu süreçte kadınların erkeklerle olan ilişkileri ne düzeydeydi ve bu ilişki, ne kadar önemliydi?
•    Kadınların kadınlarla ilişkileri nasıldı?”32
Bu sorular genellikle erkeklerle kadınların yaşamlarının kesiştikleri anları sorgulamaktadır. Resmi tarih belgelerinde, ordu mensuplarının, siyasette önde gelenlerin erkek olması, kadınlarla ilgili tarihsel materyalde eksikliklere neden olmaktadır. Bu bağlamda, Annales tarih okulunun belgelere yaklaşımıyla (Marc Bloch, ‘ele değen her şey materyaldir’ demektedir) feminist araştırmacıların veri toplama yöntemleri arasında bir koşutluk olduğunu görürüz.

Werner Sombart’ın Öznelerine Yaptığı Haksızlık

Werner Sombart’ın yöntembilimsel açıdan feminist yaklaşıma koşut bir yönelimi var. Özellikle veri toplama yöntemleri, feminist araştırmacıların sıkça başvurduğu kaynakları içeriyor. Geleneksel iktisatçıların genel olarak romanları veri olarak kullandığına rastlamamaktayız. Sombart, bunu yapıyor. Ancak tümüyle tersten okuduğu bu kaynaklar ile, kapitalist ekonomik sistemin yerleşmesinde lüksün önem taşıdığını ve kadınların özne olarak bu etkiyi ağırlaştırdığını, hatta bu etkinin ortaya çıkmasını sağladığını, süreklileştirdiğini iddia ediyor. Feminist araştırmacıların kullandıkları yöntemleri kullanan bir araştırmacı, cinsiyetçi bir bakış açısı üzerine yapıtını bina ederse ne olur? Sombart da, araştırmasına duygularını katıyor. Bir erkek olarak, kadınlara ilişkin yargılarının araştırmasında önemli yer tuttuğu görülüyor. Yani, Sombart’ın da bilinçli taraflılık ilkesini uyguladığını görüyoruz.
İktisadi araştırmaların evrensel olamayacağını iddia eden Sombart, yine feminizmin temel yaklaşımlarından birini sahipleniyor. Ancak çözümlemesinde kadınlara atfettiği sorumluluk, öznesiz iktisadın kadınları görmezden gelmesinden belki de daha ağır. Çünkü bir suçun faturası konuyor kadınların önüne. Peki kadınlar bu suçu işlediler mi? Bunun yanıtını da, yine feminist araştırmacıların ürettikleri sorulardan biriyle daha anlamlı verebiliriz: “Kadınlar o sırada ne yapıyorlardı?”
Werner Sombart, kadınların salon yaşamından lüksün yaşandığı ve üretildiği mekânlar olarak söz ediyor. Ancak feminist araştırmacılar aynı salonları kadınların kendilerini gerçekleştirmek için kazandıkları imkân olarak yorumlamaktadır. “Bir saloncu olmak, kıvrak konuşma yeteneğine ve çekiciliğine sahip olmak demekti. Sanatçılarla birlikte davranabilmek, aristokratlarla konuşabilmek demekti. Bir salon kadını, tüm iktidar sahibi erkekleri evine toplayabilirdi. Sadece sanatsal ve edebi değil, siyasi bir etki de uyandırabiliyorlardı kadınlar. Bu salonlarda aristokrasi, burjuvazi ve zekâ birbirine karışıyordu. Diderot’nun ansiklopedisi de yine bu salonlarda kendisine finansal destek bulmuştur.”34
Sombart’ın kitabında bir şey daha yok: Kadınlar bunları yaşarken, erkekler o sırada ne yapıyordu, sorusunun yanıtını da bulamıyoruz kitapta. Kadınların hak mücadelesini Aydınlanma döneminde ilk kez başlatan ünlü isimlerden Mary Wollstonecraft da bir salon kadınıydı. Kurtizanların kadınların özgürleşmesinde ne kadar önemli bir rol oynadıkları da feminist araştırmacılar tarafından sürekli vurgulanmıştır. Bu konudaki terslik, feministlerin ve Sombart’ın bilinçli taraflılık ilkesini ters taraflardan uyguluyor olmalarıdır.
Ayrıca Werner Sombart’ın kadına düalist biçimde yaklaştığını görmekteyiz. Günahı, “gayrimeşru aşkı” tanımladığı bölümlerde bu yaklaşımların kapitalist sistemin içselleştirilmesinde ne kadar önemli olduğunu söylemektedir. Boccacio’nun Decameron’u feminist araştırmacılar tarafından da incelenmektedir ama, baştan çıkarılan edilgen kadınlar açısından değil, kadın-erkek ilişkisinin özgürleşmeye başlaması açısından incelenmektedir.
Yine salonlarla ilgili, erkeklerden kaynaklanan bir veriyi Sombart es geçmektedir: “Salonlar, 1602-1705 arası döneme kadar, kadınların erkeklerle görece eşit biçimde ilişki kurdukları mekânlarken, bu tarihten sonra kadın ve erkeklerin aralarında seksüel ilişki dışında ilişki olamayacağı iddiasının etkisi ve toplumsal baskı sonucu salon kadınları erkeklerle seksüel ilişkiye itildiler.”35 Bu ilişkilerin kurulmasında, “kadınlarla erkekler arasında entellektüel düzeyde kurulan hiçbir ilişkinin, seksüel ilişkiden bağımsız olamayacağı” düşüncesi egemen olmuştu.
Werner Sombart’ın kitabı, genellemelerin dışında, tekil bireylere de önem veriyor. Tekil bireylerin tercihlerinin iktisadi süreçlerde belirleyici olabileceğini savunuyor. Bir anlamda, her zaman kendi çıkarını düşünen, akılcı birey yakıştırmasının dışına taşıyor. Somut bir insanın iktisadi gelişmeleri nasıl etkileyebileceğini, bir öznenin etkisini kanıtlıyor.
Werner Sombart, “İktisat bizim kaderimiz değildir” diyerek, iktisadın evrensel olamayacağını savunurken, diğer yandan iktisadın araştırma kapsamına almadığı tarihi gerçeklerle bir dönem tarihi çıkartıyor. Kapitalist ekonomik sistemin kendine yaşama alanı bulduğu pek çok farklı tarihi dönem ve bölgenin, iktisadi araştırmalarda örneğine rastlanmayan kaynaklardan farklı bir çözümlemesini sunuyor. Ona göre, kapitalizm, eğer lüks düşkünlüğü ve coğrafi buluşlar olmasaydı bu hızla yayılamayacak ve yeni bir dünya ekonomik sistemi oluşmayacaktı. Bu görüşüyle, bir anlamda “toplumsal hiyerarşide ilerici ve daha yaratıcı fikirlerin, kâr hırsıyla karışımı olan burjuva sınıfının itici gücünü en önemli güç olarak gören görüşleri, başka tarihi gerçeklerle kimi zaman çürütmekte, kimi zaman da zorlamaktadır. Özellikle lüks malların değerli ham madde ihtiyacı doğurması ve bu biçimde ortaya çıkan ticaret biçimlerinin merkez ülkelerin lehine bir sermaye birikimi yarattıklarını söylemesi, aynı kapsamda değerlendirilebilir.
Ancak, tüm bu gelişmelerde, kadınların sanki sorumluymuş gibi öne çıkarılmaları ve tarihi kaynakların tek özneli bir çözümlemeye maruz kalmaları, kitabın gerçeklere yaklaşma çabasını zedelemektedir. Feminist araştırmacıların aşina oldukları yöntemlerin sadece kadınlar açısından irdelenmesi, örneğin kapitalist ilişki biçemlerinin oluşumundaki etkilerine ilişkin bölümler, tek özne üzerinden çözümleme yapmanın açmazlarına örnek oluşturmaktadır. Özellikle malların incelmesi, ticari ilişkilerin nesneleşmesi, lüksün evcilleşmesi, para ve parayla ilgili her şeyin hor görülmesi, kumarbazların sayısının artması, borçlara girilmesi sanki tümüyle kadınların neden oldukları gelişmeler gibi gösterilmektedir. Bütün bu olaylar olurken kadınların nerede olduklarını Werner Sombart’tan öğrenemiyoruz. Teorik çerçevesini önceden hazırlamış olduğu anlaşılan kitabında, bölümlendirmeleri de bir “önkabul” mantığıyla başlıklandırdığını, ancak kadınlarla ilgili önyargılarının da bu bölümlemede yansıdığını gözlemliyoruz. “Aşk, Lüks ve Kapitalizm”, tarihi kanıtlarla kurduğu ilişki feminizm açısından dikkate değer olmakla birlikte cinsiyetçi yaklaşımıyla, alternatif çözümlemelerin de kadınlar açısından yeniden ve daha dikkatlice gözden geçirilmesi gerektiğini düşündürmektedir.

Dipnotlar

1.    Werner Sombart, Ermleben’de 19 Ocak 1863 yılında dünyaya geldi. 18 Mayıs 1941 tarihinde Berlin’de öldü. Berslan’da 1906 yılından itibaren de Berlin’de profesör olarak çalıştı. İlerleme tarihi üzerine önemli çalışmalar yaptı. En ünlü eseri kapitalizmi araştırdığı “Modern Kapitalizm”dir. 1903-1908 yılları arasında bu kitabın ikinci cildini yazdı. 1928 yılında yazdığı “Sosyalizm ve Sosyal Mücadeleler”in ilk baskısında marksizm etkisi görülür. 1924 yılında yapılan sonuncu baskısı ise aşırı anti-marksisttir. Sombart, yöntemini III. Milli Ekonomi adlı eserinde geliştirmiştir. Tarihi sosyolojinin ilk temellerini atmıştır.
    Başlıca eserleri: Sosyalizm ve XIX. Yüzyılın Toplumsal Hareketleri (1896), Modern Kapitalizm (1902), XIX. Yüzyıl Ekonomisi, Yahudiler ve İktisadi Yaşam (1911), Aşk, Lüks ve Kapitalizm (1912), Burjuva (1913), Proletarya Sosyalizmi (1924/2 cilt), Alman Sosyalizmi (1934), İnsana Dair (1938).
*.    Aşk, Lüks ve Kapitalizm, Werner Sombart, Bilim ve Sanat Yayınları, Çev. Necati Alça, Ankara, 1998
5.    Braudel ve Annales Paradigması, Mc. Lennon, Tarih ve Tarihçi Annales Okulu İzinde, Derleyen Ali Boratav, Alan Yayıncılık, Eylül, 1985, İstanbul, s. 113
6.    W. Sombart / Die Zukunft des Kapitalismus / Bucholz und Weisswange Verlag, Berlin-Charlatenburg, 1932
9.    Immanuel Jwallerstein, “Sınıf Mücadelesini Gördüğümüz Zaman Nasıl Tanıyoruz?”, Ira Gerstein’a Yanıt, Emperyalizm Gelişme ve Bağımlılık Üzerine, Derleyen Melih Ersoy, V Yayınları, s.125-130
11.    Immanuel Wallerstein, Kapitalist Süreç Olarak Uzun Dalgalar, Long Waves as Capitalist Process, Review, VII, 4, 1984, s.1
14.    Immanuel Wallerstein, Azgelişmişlik ve B Safhası, XVII. Yüzyıldaki Durgunluğun Avrupa Dünya Ekonomisinin Merkez ve Periferisine Etkileri, The Modern World System, Vol; II: Mercantilism Consolidation of European World Economy, 1600-1750, New York, 1980
15.    Immanuel Wallerstein, Kavram ve Gerçeklik Olarak Burjuvazi, XI. Yüzyıldan XXI. Yüzyıla, Defter Dergisi, Şubat-Mart, 1989, s.103
16.    Fernand Braudel, Maddi Uygarlık, Ekonomi ve Kapitalizm, II. Cilt, Toplum ya da Bütünlerin Bütünü, Değişikliği Nasıl Kavramalı, Gece Yayınları, s. 424-425
18.    Jean Baudrillard, Bir Tüketim Kuramı Üzerine, Cogito Dergisi, Güz 1996, Dünya Büyük Bir Mağaza, Sayı: 5, s.89
20.    Ayşe Trak, İhtiyaçlar Üzerine, Toplum ve Bilim, Kış, 1980, s.3-19.
21.    Sencer Ayata, Kentsel Orta Sınıf Ailelerde Statü Yarışması ve Salon Kullanımı, Toplum ve Bilim, No: 42, Yaz, 1998, s.5-25.
25.    Diderot and D’Alembert, Ansiklopedi ya da Bilimler, Sanatlar ve Zanaatlar Açıklamalı Sözlüğü, Çeviren: Selahattin Hilav, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, Temmuz 1996, s. 238.
26.    “Pierre Vilar ile Görüşme”, İktisadi Tarihin Kuramsal Sorunları, Tarih ve Tarihçi Annales Okulu İzinde, Derleyen Ali Boratav, Alan Yayıncılık, İstanbul, Eylül, 1995, s.136.
29.    Ibid. Braudel ve Annales Paradigması, G.Mc. Lenan, s. 102-109
30.    Gerda Lerden, Frauen finden ihre Vergangenheit, Grundlagen der Fraengeschichte-Campus Frankfurt, New Yort, 1995, s.199.
31.    Necla Akgökçe, “Bir Kadın Alanı Olarak Mutfağın Tarih İçinde Değişen Anlamı”, Yüksek Lisans Tezi, İ.Ü. Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi, İstanbul, 1996, s.11.
33.    Merie Miss, “Feminist Araştırmalar için Bir Metodolojiye Doğru”, Farklı Feminizmler Açısından Yöntem, Yayına Hazırlayanlar: Serpil Çakır, Necla Akgökçe, Sel Yayıncılık, İstanbul, 1996.
34.    Bonnie S. Anderson, Judith P. Zinsner, Eine Eigene Geschichte Frauen in Europa, Cilt II. Fisher Verlag, 1995, Frankfurt am Main.

1 yorum: